14 Temmuz 2011 Perşembe

TELEKOMİNİKE EDEMEDİKLERİMİZDEN MİSİNİZ???

Resim yazısı ekle

_ Aradım seni yoktun?
_ A.. Evet öğleden sonra Cerenle çıktık, alışveriş yaptık. Cepten arasaydın ya.
_ Şarjım bitmişti,numaranı da ezberleyemedim ben de mail attım. Açmadın mı mailini?
_!...( Hale bak..yanımdaki koltukta otururken konuşamıyoruz, bir eksiğimiz mailleşmekti..)
_ Bir film seçip izlesek mi?
_ Yok Erman hoca son maçları yorumluyor, kaçırmayayım.
_ İyi peki, ben de dergileri karıştırayım.
A.. dergi dedimde Cerenle süper bir gün geçirdik, alış veriş yaptık...
_ Ha, İsmailler mi geleceklermiş, buyursunlar..
_ Ne İsmail'i !! Ceren diyorum yaa.. Ortak harf bile yok İsmail'e nasıl bağladın ??!!!
_ Hay allah, pardon Erman hoca Fenerli İsmailin golünü anlatıyordu da..
_ Poffff !!!!!

Gelişen teknolojinin, bütün nimetlerini kullanarak iletişim kuramamak bir yana da, Adem ile Havva'dan bu yana kullanılan en etkili iletişim yolu olan konuşmayı bile beceremiyoruz..

Büyüklerin anlattıkları '' ben nasıl evlendim '' anılarını dinlerken çoğu kez hayrete düşeriz:
'' Bizim beyle ben'' , hiç konuşmadan, birbirimizi görmeden evlendikti.. Şükürler olsun kırk yıldır.. (kulak tutularak dudak büzülür, en yakın tahtaya işaret parmağıyla vurulur).
Muhtemelen, eşler birbirlerinin en sevdiği yemekleri ilk çocuktan sonra, en sevdiği renkleri ikinciden, ayakkabı numarasını da ortalama beşinci çocuktan sonra öğrenirler. Ama kırkıncı yıl için söylenen söz bellidir: Şükürler olsun !!''

Benim annemle babamın iletişimi biraz daha farklıydı. Babam demiryollarında makinist olduğu için oturduğumuz evler, tren yoluna yakın, treni görecek mesafede olmasa da sesini duyabileceğimiz uzaklıkta olurdu. Annem babamın işten geleceği saati yaklaşık olarak bilirdi. Ama son hazırlık için işaret beklerdi. İşaret derken, cep mesajı falan değil. Zaten yaklaşık otuz yıl öncesinden bahsediyorum. Babam günün her saatinde gelebilirdi. Sürdüğü trenin tarifesini annem ezberlemişti artık. Bu gün Denizli' ye gitmişse, yarın öğle saatlerinde dönerdi eve. İşte buna benzer ''makinist eşi '' vazifeleri vardı annemin. Tren düdüğünü çalıp istasyona girdiğinde annem dikkat kesilirdi. Çünkü az önce bahsettiğim işaret zamanı gelrdi artık. İki uzun düdük '' çok açım, sofra hazır olsun'' düdüğü, iki kısa, bir uzun düdük '' karnım tok, çay hazır olsun''ve bunalara benzer bir sürü mesaj içerirdi trenin düdüğü.
Annem dikkatle dinler, mesajda istenen neyse hazırlığını yapar, sonra en yeni elbisesini giyer, en sonunda da ' Almanyalılar' dan aldığıkırmızı rujunu ( annemin ilk ve tek ruju buydu zaten ) sürüp, kendine çeki düzen verdikten sonra , pencereden babamın gelişini beklerdi..
Stresli, yorucu bir işi vardı babamın.Yoldan geldiğinde, üzgün mü, neşeli mi, sinirli mi yoksa sakin mi geleceği, o gün yaşadığı 'hadise'lere göre belli olurdu.( Babam o gün olan şeylerden bahsederken hadise kelimesini kullanırdı hep.)Babamın bu halini hanım hanımcık kedimiz Minnoş bile çözmüştü artık. Babamın yüz ifadesine göre, ya yatar yuvarlanır, ya da en yakın koltuğun altına saklanırdı.
Başından beri anlattığım ya da anlatmaya çalıştığım iletişim mevzuunu çoktan çözmüştü Minnoş.
Minnoş'un kendi cinsleriyle iletişim tekniklerini burada anlatmayayım.(sansür) :)
Günümüze tekrar geri dönersek, benim yaşlarımdaki biri için teknoloji altın çağını yaşıyor geçmişe nispeten. Ve teknolojinin en büyük amacı İLETİŞİM. En azından iletişime yardımcı olmak. Ama bir yandan da insanları koparıyor birbirinden , uzaklaştırıyor. Aile gezmesinde bile, reyting rekorları kıran dizinin sahnelerini kaçırmamak için hasbihal etmez olduk.Birbirimizi anlamaz , dinlemez, konuşmaz olduk. Mektuplaşmıyoruz bile. Asker mektuplarıda şarkılarda türkülerde kaldı böylece..
Hasıl-ı kelam ben diyorum ki ;Artık birbirimize biraz zaman ayırma vakti gelmedi mi??(naçizane..)

Menekşe..

13 Temmuz 2011 Çarşamba

İSTASYON

İstasyon..Hayatı bir yerde bırakıp,başka bir kapıdan aralamak isteyenlerin seçeneklerinden biri..
Bazen bir asker,bazen terkeden sevgili..İstasyon bana hep gidenleri çağrıştırır.'Gidiyorum' düdüğünün ardından el sallayanlar, el sallayanların içinde Taner Şener, 'elimde kaldı yazık..çiçeklerimle mendil... O daha nakarata gelmeden ,giden neden gittiğini bile unutmuş , yeni hayatının girizgâhını yazmakta gözleri kapalı.
Gitmek güzeldir bazen. Ya da giden olmak. Ardında birilerini bırakmak. Belki acıtmak üç beş kişinin canını, belki özlemek..Belki özlenmek.. Ama giden olmak , kalan olmaktan yeğdir.
Giden,kendine boş bir kompartıman bulur, pencere kenarında yerini alır, pencereden de trenin gittiği yöne, hep ileriye bakar. Kendisini nelerin beklediğini belirten tabelalar bulmak mıdır umudu, yoksa onu güzel şeylerin beklediğini gösteren işaretler mi bilinmez..
Geriye dönüp bakmaz, bakarsa bilir bir sonraki istasyonda inip geri döneceğini.
Kompartıman dolmaya başlar. Hayatınızdan bütün gidenler bir arada, hep birlikte gitmektedir sizden. Sözleşmişçesine..Birbirlerini tanımazlar belki, isimlerini hiç bilmezler. Tek ortak paydaları, sizden gitmiş olmalarıdır. Hepsinin haklı sebebide vardır giderken kendilerince.
Yarı yılın ortasında emekliliğini isteyen öğretmeniniz, başka bir şehre taşınan mahalle arkadaşınız, tayini çıkan dayınız, 'başka birine aşık oldum, beni affet' diyen eski sevgiliniz, hakimin 'şu sayılı kanunun bu sayılı fıkrası uyarınca boşanmalarına... ' diye hüküm verdiği eski eşiniz, !bu kızı seviyorum,ve onunla evleneceğim' diye kapıyı çarpıp çıkan oğlunuz..Hepsi bu kompartımanda.
Herşeye , herkese öyle kırgınsızındır ki..kırgınsınızdır işte,yapacak birşey söylenecek söz kalmamıştır ...derken..
Öğretmeniniz yol kenarındaki tabelada gözleri mıhlanmış, sizden gidişini hatırlar.Onun tabelasıdır gördüğü.. 'Emekli oldunuz,beni bıraktınız.ama okudum ,yılmadım.Bende sizin kadar hayatı yüklendim şimdi. Ben de öğretiyorum ama hep bana bıraktığınız terkedilmişlikle yoluma devam ediyorum'.. Donuk gözlerle geldiği yöne bakar yolcu.. Zaman geçmiş yapılacak pek bir şey kalmamıştır.
Mahalle arkadaşınızın tabelası görünür fosforlu bir levhada. 'Gittin . Kızamıyorum, elinden bir şey gelmezdi. Ama bana yazabilir, benden kopmayabilirdin' .
En suçlu gibi görünen vefasız aşığın tabelası, en şefkatlisidir. 'Aşıktın. İkimizde bir şey yapamazdık.. '.Yutkunur, başını öne eğer giden eski sevgili.
Hakim kararıyla kalbinizden taşınan eski eşiniz için bir çok tabela vardır. Ona söylemek istediğiniz, ama hep sustugunuz her şey.. O , büyük harflerle yazılmış olanı okur sadece ..'yapabilirdik'.
Oğlunuz, sevdiği kızın elini sıkıca kavramış, 'birinin sahibi olmak' gibi gördüğü bu hali terketmek istemez, tabelasını okumadan çevirir başını..Okumadığını görünce sevinirsiniz, ya ona ne kadar kırgın olduğumu anlasaydı..
Yolcular yine gözlerini ileriye dikerler. Sonraki istasyonlara.. Çünkü onlar gidenlerdir. Yine de mutludurlar. Giden olmak güzeldir..

12 Temmuz 2011 Salı

UZUN BİR GECENİN ARDINDAN.......

İLK DEFA…
Uzun,çok uzun bir uykudan uyandım.
Düşler gürdüm.
Düşlerden geçtim,düşlerde dolaştım.
Kendi düşümü aradım
Çok uzun bir uykudan açtım gözlerimi.
Bir dünya buldum
Denizi, göğü maviymiş gerçekten
Çiçekler renk renkmiş..
Gece yıldızların aksini de gördüm denizde
Karanlığa inat dans edişlerini keşfettim
İlk defa..
İki yıldızın birbirine özlemini,
Bir araya gelemeyip
Ağlayışlarını hissettim yüreğimin ta derininde..
İki yıldız,iki can,iki dost
İki sevgili..
İsimleri her neyse..
………..
İki yürek oturmuş sahilde onlara bakıp dileklerini tutuyorlar
O zavallı yıldızlar ki kendi dileklerini gerçekleştiremiyorlar
O zavallı yıldızlar ki
Ancak kıyamette kavuşacaklar
Evrenin bittiği an onların vuslatı olacak
Menekşe..

8 Temmuz 2011 Cuma

SEN..

Ben karabasanlardan uzak kalmak ,
seni daha çok hissedip düşünmek için
uyumuyorum.
Gözlerimi göğe dikip seni arıyorum.
Üzerime seni giydim.
Gülüşün yüzümde ,bakışın ufkumda..
Yüzünün deltasında ben akıyorum şimdi.
Ellerinde avuçlarımda..
Sıcacık yumuşak eller.
Ya kalbin nerede??
Kırlangıçlar sözlerini tutmadılar mı?
Göç zamanı geldiğinde dilimin söyleyemediklerini
Kanatlarının altında getireceklerdi yer gök bilmeden..
Senin göğüne kırlangıçlar uğramaz mı ?
Gönlüm dut yaprağı gibi titremekte..
Düşünde kimi seversin?
Beni görmeyi diler misin açtığında ellerini hüdaya.?
Ben uyumadım işte..
Bilsem ki geleceksin düşüme,
Hesap gününe kadar açmam gözlerimi …

TRENLER.....

Herkesin tası tarağı toplayıp tatile gittiği günlerdeyiz.Biz yine ailece İzmir bir yere kaçmasın diye oturmuş şehrimizi bekliyoruz işte..
Yolculukları özledim,özellikle tren yolculuklarını..hele ki babamın kullandığı trenle yolculuk yapmayı..
Hani şimdi reklam var 'benim babam toyota gibi adam' diyor çocuk.Benim babamda Fiat tren gibi adamdı.Makinist kıyafetiylede dünyanın en yakışıklısı..
Trenler o zamanlar şimdiki gibi değildi,daha fazla is daha fazla mazot kokardı.Kazara kıyafetiniz motor yağı olduğunda yadırganacak bir durum değildi bu..Trendi işte..Dedemlere,halamlara gideceksek kesinlikle tren vazgeçilmezimizdi.Annem, yanına terliğini el işini alırdı seyahate çıkıyorsak .Şimdiki gibi hızlı trenler olmadığı için 170 km lik yolu 4-5 saatte giderdik tehir yoksa eğer.Yerimiz hep belliydi trende.. 'makinist bölmesinin hemen arkasındaki koltuklar'da otururduk ya da annem otururdu orda, biz zaten babamla giderdik.Babam makinist koltuğunda yerini almış, onun yanında diğer makinist amcalar bize tabure hazırlamışlar,küçük bir ispirto ocağında çay demlenmek üzere..hazırlıklar tamamsa, babam uzunca bir düdük çaldıktan sonra tren sağa sola hafif yalpalanıp raylar uzamaya başladıysa, yolculuk başlamıştır..
O zamanlar temiz hava sahası gibi terimler hayatımıza girmemişti daha.O yüzden heryerde rahatça sigara içilebilirdi.Babamda dudağının kenarına bir samsun sigarası iliştirir,şehir merkezlerine yaklaşırken uzun uzun düdüğü çalardı.Sonra yavaşlar, istasyona girer ve sonra yine hareket..Trenin ön camından yolu izlemek muhteşem zevkli olurdu..İki ray bir zaman sonra tek ray gibi görünür,yol kenarındaki elektrik, telefon direkleri sanki birbirine bitişmiş gibi yakınlaşırdı gözümüzde..
Tren yoluna paralel bir kara yolu olurdu genelde.Arabalarla yarışıyor hissine kapılıp hadi baba geç şunu gibi babamı gaza getirme çabalarımız çok olmuştur.Ama babam azami hız sınırını hiç geçmezdi.:)O paralel yolda bazen bir düğün konvoyu görürdük.Ellerini silmeleri için makisinst kabinine bırakılan rulo temizlik kağıtlarını babam camdan kocaman kurdeleler gibi sarkıtır ,sürekli düdük çalarak hepimizi o düğün konvoyuna dahil ederdi.
Böylece kaç istasyon geçtiğimizi sayamadan,babamın hikayelerini dinleyerek,tavşan kanı çayımızı yudumlayıp artık son dakikalarda yorgunluktan bitap halde Nazilli istasyonunda sonlandırırdık eğlencemizi..
Babam yola devam ederdi tabi sonraki istasyonlara..
Babam ..Bizi yine bir istasyonda bırakıp yolculuğuna devam etti çok uzak diyarlara..
Bu yazıyı neden yazdım bilmiyorum..özlemim trenleremi babamamı o da ayrı mevzuu..
Ben, babamın kullandığı trenleri özledim işte..hepsi bu..

7 Temmuz 2011 Perşembe

ÜSTÜN DÖKMENDEN ÇOK GÜZEL BİR YAZI..

Çocuğumuz düşüp kafasını masaya çarpınca biz hemen masayı döveriz, "eh masa ehhhh sen niye orada duruyorsun!" diye, çocuk masa orada durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve büyüdükçe yaptığı her hatayı yükleyecek birini veya bir şeyi mutlaka bulur. Malum...

Kızının mezuniyetini izlemek için Balıkesir'den Erzurum'a gelen başörtülü anne, tören salonuna alınmamıştı. Vicdanı olan herkesin yüreğini cız eden bu olayın sorumlusu kimmiş? Kapıcı.. Şimdi oldu işte...
Kara Kuvvetleri Komutanı "Rektör iyi çocuktur, yapmaz öyle şey" falan demeye getirmişti. YÖK Başkanı da, "Rektörün haberi yokmuş" dedi, çıktı işin işinden... Kimmiş suçlusu? Kapıcı.
Mesela, bizim Balkan harbinden kalma, dandik vagonlara 160 Kilometre hız yaptırdılar. İlk virajda sizlere ömür... Kimin üstüne kaldı? Makinist'in.

Mersin'de bayrağımız yakıldı, yırtıldı. Askere taş attılar, panzere molotof... Memleket ayağa kalktı. Kimin yüzündenmiş?......... İki veled...
Gelene geçene ayran tost falan satan, kendi halinde sakin bir kasabaydı, Susurluk... İçişleri Bakanlığı, MİT, Jitem, generaller, özel tim polisleri, kumarhaneciler, bakanlar, milletvekilleri, işadamları... Bin kişi falan yargılandı. Her şey kimin başının altından çıkmış? Yeşil'in.

Deprem oldu... 7 vilayette 50 bin kişi öldü. Binlerce bina yıkıldı, on binleri ağır hasarlı. Hepsinin sorumlusu olarak kimi kulağından tutup hapse tıktık? Veli Göçer'i.

Edirne'de bebeler şakır şakır öldü... Hiç utanmadan bisküvi kolilerine koyup, gömdüler. "Araştırdık, ihmal yok" dediler. Peki, neden öldü bu yavrular? Klima'dan... Dikkat isterim, klimacı bile değil, klima.

Rakıdan öldük. O gün ile bu gün arasında ne değişti?...... Kapağın rengi...
Sanal "sorumlumuz" bile var...

Yollarda her gün 20 insanımız heba oluyor. Trafik Canavarı'ndan...
Dolar patlarsa? Enflasyon Canavarı'ndan...

Hatta "sorumlu olmayan sorumlumuz" da var...

Milli takım oynayıp yeniliyor. Suçlusu kim? Takıma alınmayan Hakan...

Domatesleri Ruslara kakalayamıyoruz... Sinekten...Deli dana geliyor. İnekten...
Millet hormonlu diye tavuk yemiyor. Erman Toroğlu'ndan.

Evleri su basıyor. Yağmurdan.

Ormanlar yanıyor. Sigaradan.

Gemi batıyor. Dalgadan.

İyi de kardeşim, uçak neden düşüyor? Rahmetli pilottan...

Peki, bu şartlarda hayatta kalmayı Nasıl başarıyoruz? Allah'tan

Üstün DÖKMEN...

DAS-TA-NA..DES-TA-NAA


Evett,bu gün yepyeni bir şey öğrendim..Bana göre çok geç kalınmış bir öğrenme.Hani belki merak edip okudugunuza değmeyecek bir bilgidir ki,şimdiye kadar benimde aklıma gelmemişti.
Oğuz Atay'ın efsanevi eseri 'Tutunamayanlar' ı okurken birden karşıma çıkan,şimdiye kadar nedir bu diye hiç düşünmediğim birşey...Şimdi nabız yüksek,göz kırpmaları en az seviyede..Açıklıyorum!! Dandini Dandini Dastanaaa....
Hani dün annemin kollarında yaşar,ayağında sallanarak uyutulurken aklıma işlenen ilk melodi..Hatta çocuklarımı uyuturken gayri ihtiyari mırıldandığım, büyüsü bostandaki lahananın içinde gizli,yegane uyku getiren terane...Hiç düşünmemişim dandini nedir? bostandaki lahanayı danalar yerse ne olur ve bütün bunların uykuya geçişe katkısı nedir..?Kim çıkardı bu ezgiyi ve neden ninni klasiklerimizin içinde yer alıyor?
Hikayesi şöyleymiş:
Kutluk Dandin ve Farsus Dastana,İsa'dan sonra VII. y.y. da yaşadığı sanılan,efsaneler kahramanı Hartug Dandin'in oğullarıdır.Nizip dolaylarında bir mağarada bulunan kabartmalardan anlaşılıyor bu.Hartug savaşçı olduğu için oğullarıyla pek ilgilenemeyen bir babadır.Veeee veeeeee.... evet bir de bostanı vardır :)!!Üstelik tembel oğullar bostana hiç bakmadıkları için,komşuların danaları,inekleri bostanı talan etmektedirler..Lahana mevzuuna gelince...Lahanayı danaların yememsi gerekmektedir.Çünkü,bebeklerin lahanadan çıktığı gibi bir görüş yaygındır o dönemde..
Dandin Dandin Dastana,danalar girmiş bostanaa,kov bostancı danayı,yemesin lahanayıı..Yoksa kardeşiniz olmaz..
Anlaşıldığı gibi konunun özü bu.
Ha,uyumaya çalışan bebek tabiki bu efsaneyi bilmez,bizde yıllarca bilmeden uyuduk,uyuttuk ..:) Ama her halk şiirinin,türküsünün bir çıkış noktası olduğu gibi,bu ninnininde çıkışı böyleeymiş..
Umarım,içinizde yıllardır hep merak ettiğiniz ,anlayamadığınız bir noktayı aydınlatmışımdır.
Menekşe..

6 Temmuz 2011 Çarşamba

GÜZEL GÜNLER 6

Haydi bu günü güzel bir gün yap..
Her günkü gibi bir gün bugün.Sabah güneş doğdu,akşama batacak biliyorsun.Her şey her günkü gibi olacak eğer sen bir şey yapmazsan.Dün gibi, önceki gün gibi ..Ama yarın??
Yarını güzel bir gün yap hatta bu günü de.Haz al insan olduğundan.
Yolda bak etrafına.Bir küçük hareketin,birinin en güzel günü olmasını sağlayacak.
Omuzları hayatın ağırlığından çökmüş bir yaşlının koluna gir,hala yaşadığını,birilerinin onu önemsediğini hissettir ki o,bu günü güzel gir gün olarak bitirsin.
Ya da açlıktan midesi derisine yapışmış bir sokak kedisine bir parça ekmek ver.O,konuşup minnetini ifade edemese de sen kendinle gurur duy.
İlk bakışta çok önemli ayrıntılar gibi görünmese de,gününü gerçek bir insan olarak bitirip başını yastığına koyduğunda `BU GÜN ÇOK GÜZEL BİR GÜNDÜ` diyeceksin..
HER GÜNÜN GÜZEL OLSUN………

GÜZEL GÜNLER-4

Mızrap saza,çatlamış toprak suya erdi..
Gönül yare,gün geceye..
Sessiz gemi son yolcusunu da indirdi.
Umutlar artık doğacak güneş saçlı,deniz gözlü bebekte..
BÜYÜYECEK GÜZEL GÜNLERE..

GÜZEL GÜNLER-III


Hey dostum gel!!!
Bak sepetime, neler getirdim..
Avuç avuç mutluluk! “yok,almam “dersen hüzünde var istemediğin kadar.Hayatın tadı,kahkaha..Beğenmeyene denizler dolusu gözyaşı..
Ama gel beni dinle;sana kocaman güzel bir gün vereyim.İçinde aradığın her şey var…

GÜZEL GÜNLER-2

Yakamozlarla kapattığımız günü ,gün ışıklarıyla açtık yeniden.Sevda ektik tarlalara,aşk biçtik.Emek saldık balık ağlarında denize semeresi bereket olsun diye.
Kalemlerimiz bebelerin elinde artık.Sevdamız,aşkımız,emeğimiz,semeremiz,gelecek..sw+
Nakşettik küçücük beyinlere büyük sabahları.Güzel günleri anlattık masallarımızda.
Şimdi onların dizelerinde..
SEVGİYLE YENİ MASALLARA….

GÜZEL GÜNLER-1

Senin güzel günün hangisi?
Çiseleyen yağmurun altında toprağı koklayarak yürüdüğün gün mü?Yoksa güneşin açtığı yağmur ertesi mi?
Saksıdaki begonyanın tomurcuklarını fark ettiğin gün mü,yoksa açılıp serpildiğini gördüğün sabah mı?
Ya çocukluğunun en yüklü bayram harçlığını aldığın bayram sabahı?
İşte en güzel gün..Uyandın nefes alıyorsun..Güneşlide olsa yağmurda yağsa bu günde yaşıyorsun.
BENİM GÜZEL GÜNÜM SENİNLE BAŞLIYOR
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...